 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 46 (1) |
 |
 |
İÇİNDEKİLER - Genelkurmay ve Hükümet
- ABD Mali ve Ekonomik Krizi ve Bunun Uluslararası Etkileri Üzerine
- Sosyalist Devrim ve Uluslararası Tekelci Sermayeye Karşı Tutum Sorunu (III)
- Devrimci Bülten’den Okurlara
GENELKURMAY VE HÜKÜMET (İktidar Mücadelesinde İkinci Perde)
22 Temmuz seçimlerinden önce, Genelkurmay odaklı olarak başlayan provakasyonlar dalgasının, Hükümet tarafından erken seçim taktiği ile bertaraf edilmesinden sonra geri çekilmek zorunda kalan darbeci güçler, son dönemlerde tekrar eski taktiklerine geri dönmeye başladılar. Böylece iktidar mücadelesinde ikinci perdeyi de açmış oldular. Anlaşılan “tarihsel dramatik oyunun” birinci perdesinden bazı dersler çıkarmış durumdalar ve daha değişik taktikleri şimdi devreye sokmaktadırlar. Daha önceleri de belirttiğimiz gibi, devlet iktidarı İşbirlikçi Tekelci Burjuvazinin (İTB), iki katmanı arasında paylaşılmıştır ve taraflar aynı zamanda birbirlerinin ellerinde bulunan kurumları ele geçirmeye çalışarak, politik güç dengesini kendi lehlerine değiştirmeye çalışmaktadırlar. Son olarak Hükümet, seçimlerde almış olduğu oy sonucunda ve MHP’nin yardımı ile önce Cumhurbaşkanlığı’nı sonra da Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK)’nu ele geçirdi. Cumhurbaşkanlığı bir çok açıdan stratejik bir kurumdur. Çünkü Cumhurbaşkanlığı’nın devleti denetleme yetkisi olduğundan, Hükümet’in bazı politikalarının gerçekleşip gerçekleşmemesinde ve yine devlet içerisindeki bir çok kurum içerisinde ( YÖK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay vs. bazı üyelerinin atanmasında Cumhurbaşkanı temel bir rol oynar) kadrolaşmada temel bir rol oynamaktadır. AKP’nin amacı, politik sistemin dört temel kurumu içerisinde (Yürütme, Yargı, Yasama ve Denetleme) ezici bir güç elde ederek, bunların birliğinden bir politik sinerji ortaya çıkarmak ve bu temelde de Genelkurmay’ı tamamen köşeye sıkıştırmaktır. Elbette iç politikadaki bu ilerleyiş, uluslararası alanda ABD ve AB ile olan politik ve ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesiyle de güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Politik sistemin bu ana direklerinin AKP tarafından ya da onun temsil etmiş olduğu politik anlayış tarafından ele geçirilmesi, 28 Şubat 1997’de gerçekleştirilmiş olan “üstü örtülü darbe” biçiminde gelişecek olan bir darbeyi gerçekleştirmeyi de olanaksız kılacaktır. Bu durumda Genelkurmay çok daha riskli olan açık bir darbe girişimine girip girmeme noktasında bir seçim ile karşı karşıya kalacaktır. Böyle bir durumda, ordunun kendi içerisinde daha fazla bölünmesi ve fikir birliğinin büyük oranda kaybolması kaçınılmazdır. Bu noktada uluslararası baskılar da, Genelkurmay’ın hem içeride hem de dışarıda büyük oranda politik olarak tecrit olmasına yol açacağından, böyle bir açık darbe ilk tercih edilir bir plan değildir. Kaldı ki 28 Şubat darbesi, Genelkurmay açısından iyi bir politik deneyim de olmuştur.28 Şubat türü bir darbe istenilen hedefe varmada, politik sistemin bazı temel kurumlarının (Cumhurbaşkanlığı, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi,YÖK vs.) bazı örtülü operasyonlar ile birleştirilerek etkili bir kullanılmasının, kitlelerin gözünde bu darbelere daha meşru bir biçim verdiğini öğretmiştir. Üstelik böyle bir darbe, uluslararası alanda fazla dikkat çekmemekte ve bundan dolayı ordunun politik teşhirine fazla neden olmamaktadır. Onun için politik sistemin temel direklerinin bir bir kaybedilmesi aynı şekilde Genelkurmay’ı açık bir darbe seçeneğine de adım adım sürüklemektedir.
Devletin dört temel kurumu içerisinde, şimdilik tek yargıyı az çok etkilemekte olan İTB’nin büyük katmanı, yakın gelecekte Cumhurbaşkanlığı’nın bu kurumun bazı üyelerini atama yoluyla değiştirebileceğini ve böylece de bu kurumu da tamamen kaybedeceğini bildiği için, Hükümet’ten önce harekete geçerek, AKP’yi kapatma davasını açtırarak, onu tekrar yıpratmaya başlamıştır.
22 Temmuz seçimlerinden önce, Genelkurmay ve Hükümet’in merkezinde yeraldığı ve kendi sınıfsal katmanlarını ve müttefiklerini arkalarında sürükledikleri vede AKP’nin geçici zaferi ile sonuçlanan iktidar mücadelesinin birinci perdesinde , Genelkurmay ve onun politik etkisi altındaki politik parti ve grupların çıkardığı en önemli politik sonuç, AKP’nin bölünmeden zayıflatılamayacağıdır. Onun için bir yandan, ona karşı politik teşhir kampanyaları geliştirilirken (özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yeni YÖK başkanının atanmasıyla birlikte türbanın üniversitelerde serbest bırakılması olayları bu teşhir kampanyalarının devreye sokulmasında önemli bir yere sahiptir) öte yandan da AKP’nin içten bölünerek kan kaybetmesi ve bir çok fraksiyona bölünmesi (Refah Partisi’nin kapatılmasında olduğu gibi) amaçlanmaktadır.
Buna karşılık Hükümet de bir yandan önemli kurumları ele geçirmeye çalışırken ve böylece politik örgütlülüğünü yükseltmeye çalışırken, öte yandan da, Genelkurmay’ın yasal biçim altında sivil unsurları kullanma ve yine yasadışı ve gizli olarak silahlı grupları örgütleme ve bu temelde provakasyonlar faaliyetini geliştirme faaliyetlerine de darbe vurarak (Ergenekon operasyonlarında olduğu gibi), ordunun toplumsal alanını daraltmaya çalışmak istemektedir.
İçinden geçilen süreçte AKP’nin en büyük politik avantajı, mevcut burjuva hukuk çerçevesi içerisinde elde etmiş olduğu seçim zaferidir. Bu durum onun politik hareketine gerek iç politikada gerekse de dış politikada büyük bir meşruluk kazandırmaktadır. Bu meşruluk onun politik taktiklerine büyük bir toplumsal zırh teşkil ettiğinden, AKP’yi kaptama davası ile aynı zamanda bu meşruluğu sorgulama ve bu temelde de onu yıpratmak vede kitlelerin gözünde giderek düşürmek istemektedirler.
22 Temmuz seçimlerinden önce, bir yandan Hükümet’e karşı provakasyonlar dalgasını yükselten ve örgütleyen Genelkurmay, diğer yandan da aşırı şoven-milliyetçiliği çeşitli biçimlerde körükleyerek, seçimlerde bu faşist milliyetçi cephenin değirmenine su taşıyarak çeşitli manipülasyonlarda bulundu ve bu temelde seçim yolu ile ve halkın gözünde meşru olacak bir yoldan AKP’yi hükümetten uzaklaştırmaya çalıştı. Bütün bu zaman zarfında Genelkurmay, Hükümet’e karşı oluşturulmuş olan faşist milliyetçi cephenin sevk ve idaresinde öncü bir kurum olarak çalıştı. Faşist milliyetçilerden liberal milliyetçilere ve bu ikisinin ortasında kalan CHP gibi her ikisinin bir tür karışımı olan tuhaf bürokratik milliyetçilere kadar uzanan cephe ile; yine bunların dışında yer alan ve muhtemelen Özel Kuvvetler Komutanlığı’na (eski adı ile Özel Harp Dairesi) bağlı olarak kullanılan ve daha çok görevleri provakasyonlar ile bir “Şuursuz Terörizm” yaratmak isteyen faşist grupların yasadışı ve gizli eylemlerini, legal politik faaliyetler ile koordineli olacak bir biçimde organize etti.
Seçimler yolu ile AKP’yi hükümetten indiremeyeceklerini anlayan bu cephe, kendi içerisinde de fikir açısından hayli bölünmüş durumdadır. Seçim yolu ile AKP karşısında politik zafer kazanma ilk etapta herkesi birleştiren bir tür ortak platformdu. Olaylar seçim sistemi dışında bir politik önlemi devreye sokmaya (28 Şubat gibi) gelince, seçim kaygısından dolayı herkesi bir korku sarmaya başladı ve bu noktada hiç kimse pek sorumluluk almak istememektedir. Çünkü böyle bir üstü örtülü darbe sonucunda, bunun cezasını daha sonra seçimlerde ağır bir şekilde ödeme sorumluluğu da vardır. Onun için seçim yolunun dışında AKP’yi indirme politikasında bu cephe kendi içerisinde bölünmüş durumdadır.
Yine her ne kadar konumuzun dışında olsa da bir noktayı geçerken belirtmek gerekir. Genelkurmay’ın kendi politik ve askeri hedefleri doğrultusunda kullanmak istediği milliyetçi hareket kendi içerisinde ideolojik ve politik olarak yekpare bir yapıya sahip değildir. Bu unsurlar kendi içerisinde Türkçülük ile aynı ağırlıkta olarak İslam’ı savunanlardan (BBP gibi), Turancılardan (Ergenekon’cular gibi), Pantürkçülerden (MHP gibi) yani birbirlerinden ideolojik olarak göreceli farklı unsurlardan oluşur ve bundan dolayı Genelkurmay’ın provakatif eylemlerine angaje olmada farklı derecelere sahiptirler. Milliyeçi hareket içerisinde bu farklılıklar göz önüne alınmadan bazı unsurların darbe sürecindeki sosyal motivasyonları anlaşılmaz. (1)
Biz yine konumuza dönersek, görünen o dur ki, iktidar mücadelesinin bu ikinci perdesinde, Genelkurmay bu sefer işi pek şansa bırakmak niyetinde değildir.Cumhurbaşkanı dahil, AKP’nin 71 omurga kadrosunu, politik olarak yasal çalışmanın dışına itme ve AKP’nin içten ayrışmasına zemin hazırlama ve onu içten bölme taktiği (Abdullatif Şener gibileri örneğin kenarda bekliyorlar) işe yarayabilir.Çünkü giderek uluslararası konjonktür de hem ekonomik (ABD’deki mali ve ekonomik krizin dünyaya yayılması) hem de politik olarak (İran ve Ortadoğu sorununun giderek ABD politikasında öne çıkması) AKP’nin aleyhine dönmeye başlamaktadır.
Hızla ABD’deki mali ve ekonomik krizin etkileri dünyaya yayılmaktadır ve etkilerini Türkiye’de hissettirmesi kaçınılmazdır. Türkiye’de yaşanacak böyle bir ekonomik kriz durumunda, faturanın AKP hükümetine ve onun ekonomi politikalarına kesilmesi ve onun yoğun bir politik teşhirine dönüşmesi hemen hemen kesin gibidir. Bu durum AKP’nin yıpratılmasını daha da hızlandıracaktır.
AKP aslında politik olarak sıkışmış ve İTB’nin büyük katmanı karşısında toplumsal temelini genişletmede ve kendi niceliksel politik gücünü daha niteliksel ama özellikle de ordu içerisinde bir bölünme yaratabilecek düzeye kadar yükseltme ve darbeci güçleri devlet içerisinde tamamen temizleme yeteneğinden de yoksundur. Burjuva demokrasisine daha fazla eğilim göstererek toplumsal temelini daha da genişleteceğine, tam tersine onları dışlayarak daha çok dini ve milliyetçi eğilimlere dayanmaya çalışmaktadır. Bunun nedeni ise daha çok İTB’nin büyük katmanı ile uzlaşma temelinde devletin burjuva-demokratik dönüşümünü gerçekleştirmek istemesidir.
AKP, İTB’nin büyük katmanı karşısında ürkek ve savunmasızdır, bu durumu DTP’den ziyade MHP’ye daha fazla yaklaşmasından da görülmektedir. Onun bu ürkek ve zayıflığı aynı zamanda onu ikiyüzlü de yapmaktadır. Çünkü kendi kapatılmasını anti-demokratik bulurken DTP’ye bunu layık görmektedir. Faşist darbeci güçler karşısında halk hareketinden uzak durması (2), AKP’yi ve onun temsil etmiş olduğu toplumsal sınıf ve katmanları, kaçınılmaz bir şekilde politik bir iflasa sürükleyecektir.
AKP’nin ister 28 Şubat türü üstü örtülü bir darbe biçiminde isterse de açık bir askeri darbe biçiminde indirilmesi, çok açık bir şekilde Türkiye’de, üstten burjuva-demokratik reformlar yolu ile devletin temel yapısını burjuva-demokratik bir temele oturtma anlayışının da sonu olacaktır.
AKP mevcut politik anlayışı ve yapısıyla devlet içerisindeki politik güç dengesini kendi lehine çevirip, faşist darbeci unsurları devlet organlarından tamamen temizleyemez. Bu güç dengesini ancak halkın politik temsilcilerini politik hegemonya kendinde kalmak suretiyle yanına almayı başarırsa ve bunla birlikte de bir içsavaşı göze alırsa kendi lehine değiştirebilir. Ne böyle bir politik anlayışı ne de böyle bir politik yönelimi vardır onun için İTB’nin büyük katmanı karşısında kaybetmeye mahkumdur.
Üstü örtülü ya da açık bir askeri darbenin önünü açacağı toplumsal güçler kendiliğinden de anlaşılır ki, Türk milliyetçiliği ve buna dolaylı destek verenler olacaktır.AKP’yi indirenler kendileri açısından onun politik alternatifi olacak politik eğilimin de çerçevesini çizeceklerdir. Hiç kuşkusuz darbe ile başlayacak olan süreç orada kalmayacak, devletin daha koyu faşist bir çizgiye doğru çekilmesi süreci ile birleştirilecektir. Bu temelde de sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, liberal partilerin daha da bastırıldığı ve Kürt ulusuna karşı topyekun bir savaşıma geçildiği ve yine Türkiye’nin etrafındaki bölgelerde nüfuz mücadelesinin daha da geliştirildiği bir politika da kapsamlı olarak geliştirilecektir.
Faşistlerin devlet ve ordu içerisinde tamamen temizlenmesi, içsavaş olmadan olanaksızdır. İçsavaşa başvurulmadan devletin tamamen faşist unsurlardan temizlenmesi ancak çok özel ulusal ve uluslararası bir durumun sonucu olabilir ki, içinden geçilen süreçte böyle bir durum sözkonusu değildir. Bütün bunlar darbe ile açılacak yeni süreçte Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin daha fazla baskı ve teröre maruz kalacağı anlamına gelmektedir.
AKP’nin indirilmesi ve devletin politik yörüngesinin faşist milliyetçi bir çizgide tam değiştirilmesi ile birlikte tek yukarıda değil ama aşağıda da yani devrimci hareket içerisinde de bir dönem kapanacak ve sona erecektir. Legal olanakları faşist milliyetçi devlet tarafından elinden alınan devrimci hareket, işte o zaman reformizmin etkisinden daha fazla uzaklaşmak zorunda kalacak ve artık tek teoride değil ama pratikte de devrimci bir örgütün yaratılması sorununu tarihsel olarak gündemine almak zorunda kalacaktır. Bu sorunu faşist devletin baskı ve terörü altında tartışmaya başladığı andan itibaren kendi içerisinde hızla ayrışmaya başlayacaktır. Sorunu yakıcı bir şekilde ortaya koyan tarih, onu çözüme bağlayacak sosyal unsurları da ideolojik,politik ve örgütsel düzlemde ortaya çıkaracak ve sonuca bağlayacaktır.
DEVRİMCİ BÜLTEN
Devrimci Bülten Sayı 46, Devamı...
(1) Bu başka bir makalenin konusudur. (2) Bunu AKP’nin DTP’den uzak durması bağlamında söylemiyoruz. Çünkü DTP Kürt liberal burjuvazisinin partisidir, halk hareketi kavramını genel olarak Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi için kullanıyoruz.
|
 |
|
|
|