Devrimci Bülten Sayı 73 (4)
komunist - 01 October 2019
KÜRESELLEŞME VE ULUSLARARASI SİSTEMİN DÖNÜŞÜMÜ
K.Erdem
Küreselleşme yani sermayenin uluslararasılaşması, uluslararası sistemin dönüşümünün temel dinamiğini oluşturur.Onun temel çizgileri anlaşılmadan, herhangi bir ülkedeki fenomenlerin özünü anlamak mümkün görünmemektedir. Küreselleşmenin en önemli sonuçlarından bir tanesi, Sovyetler Birliği'nin çözülüşü ve bu çözülüşün bırakmış olduğu ekonomik ve siyasal boşluk ve de bu boşluğun doldurulması için kıyasıya yaşanan emperyalist mücadeledir.
Yazının Tümü:
KÜRESELLEŞME VE ULUSLARARASI SİSTEMİN DÖNÜŞÜMÜ
K.Erdem
Küreselleşme yani sermayenin uluslararasılaşması, uluslararası sistemin dönüşümünün temel dinamiğini oluşturur.Onun temel çizgileri anlaşılmadan, herhangi bir ülkedeki fenomenlerin özünü anlamak mümkün görünmemektedir. Küreselleşmenin en önemli sonuçlarından bir tanesi, Sovyetler Birliği'nin çözülüşü ve bu çözülüşün bırakmış olduğu ekonomik ve siyasal boşluk ve de bu boşluğun doldurulması için kıyasıya yaşanan emperyalist mücadeledir.
Küreselleşme kapitalizmin temel çizgilerinin kendisini uluslararası alanda hem derinlemesine hem de genişlemesine üretmesidir.Bütün mesele bu uluslararası kendini üretmenin hangi biçim ve özellikler içerisinde gerçekleştiği ve bütünün parçalarının birbirlerine nasıl bağlandığıdır.
Kapitalizmin temel tarihsel eğilimi bellidir: Birleşik ya da yekpare bir dünya pazarı yaratmaktır.Kapitalizm ortaya çıktığı tarihsel andan itibaren, sanki kodlanmış gibi bu tarihsel hedefine doğru yolalmaktadır.Onu bu yoldan caydıracak hiçbir güç yoktur.O sert ve acımasız bir şekilde, aynı zamanda kendisini de yokedecek olan bu birleşik dünya pazarı aşamasına doğru yolalmaktadır ve bu yolda gerekli olan tarihsel örgütlülüğü oluşturmaktadır.
Kapitalizm tarihsel gelişimi içerisinde, sürekli olarak sermayenin alt biçimlerinden, üst biçimlerine doğru ilerleyen bir yapı oluşturmaktadır.Biçim farklılığının temel nedeni,sermaye birikiminin boyutlarındaki farklılıktır. Sermaye birikiminin boyutlarındaki farklılık ise üretkenlik farklarının sonucunda oluşur.Sermayenin farklı üretkenlik yapıları ise kapitalist üretimin anarşik yapısından kaynaklanır.Zaten meta üretimine neden olan durum da, bu farklı üretkenlik düzeyleridir.
Kapitalizme iki farklı bakış açısından yaklaşmak ve bunları birbirleriyle doğru bir şekilde ilişkilendirmek doğru bir yöntem gibi gözükmektedir.Kapitalizme bir tarihsel ve bir de mantıksal açıdan yaklaşmak ve de bu iki yanı tarihin belirli bir anında doğru bir şekilde birbirlerine bağlamak, belki de bir çok sorunu doğru anlamamıza yardım edecektir.
Bütün organizmalar gibi kapitalizm de doğar,gelişir ve ölür. Hareketin "var olan herşey yokolmayı hakeder" temel postülatı onun için de geçerlidir. Onu evrensel hareketin geçici ve ara bir halkası olarak ele aldığımız zaman, onun tarihselliğine de doğru bir şekilde yaklaşma olanağı elde etmiş oluruz. Ona ebedi bir varlık olarak yaklaştığımız zaman ise,onun tarihselliğine doğru bir şekilde yaklaşma imkanımız yoktur.Çünkü ebedi bir varlığın sınırı da yoktur.Halbu ki evrende herşeyin bir sınırı vardır ve belirli bir ölçü ile sınırlandırılmıştır.
Eğer kapitalizmi belirli bir tarihsel zaman ve mekan içerisine yerleştirirsek ve bu temelde onun gelişim biçimlerini belirtirsek,bu biçimleri genel olarak ulusal pazar,bölgesel pazar ve birleşik dünya pazarı biçimleri olarak belirtebiliriz.
Kapitalizmin ilk tarih sahnesine çıkışı, manüfaktür biçiminde oldu. Farklı mesleklerin bir atölyede basit işbirliği temelinde biraraya getirilmesiyle ortaya çıkan manüfaktür üretimi, feodal örtü altında aslında uluslaşmanın döl yatağı olmuştur.Gelecekte ulusu oluşturacak olan toplumsal sınıflar,ilk onun aracılığıyla giderek birbirlerine yakınlaşmış ve ortak bir kader duygusu etrafında bir araya gelmeye başlamışlardır.
Manifaktür üretiminin ortaya çıkması bir tarihsel zorunluluğun sonucudur.Bu zorunluluk olmadan, lonca sisteminin parçalanması mümkün değildi. Manüfaktür üretiminin gelişmesiyle feodal sistemin tarihsel evrimi arasında bir ilişki söz konusudur.Feodalizmin derebeylik biçiminin yerini, askeri-bürokratik (Marx'ın Asya Tipi Üretim Tarzı dediği) biçimin almasıyla birlikte, manifaktür üretimi için giderek tarihsel koşullar da oluşmaya başladı. Feodal orduların büyümesi ve teknik temelinin giderek modern bir temele oturmaya başlamasıyla , lonca sistemi orduların artan bu ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaya başladı.
Askeri-bürokratik feodal devletlerin zenginliklerinin kaynağı savaşlardı.Hem bir bölgedeki zenginliği ele geçirmenin hem de korumanın yolu savaşlardan geçtiği için, güçlü orduların oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması zorunluydu.Lonca üreticileri orduların artan talebini karşılamada yetersiz kaldıkları için ve bu talep baskısı da devletten geldiği için,giderek devlet korumasında da mahrum kalmaya başladılar ve de lonca sisteminin ayakta tutulmasının en önemli temeli olan devlet zırhı delindi.
Bir kere sistem bu yöne evrildikten sonra onu durduracak kimse yoktur.Tam tersine o bütün ekonomiyi kendi doğasına uygun olarak değişime tabi tutarak, devletin dışındaki alanlara da el atarak kendi toplumsal alanını giderek genişletir. Bu durum tek bir toplumun kendi içerisinde değişimlere neden olmaz,başka toplumları da rekabet temelinde etkileyerek aynı üretim ve değişim biçimlerine mecbur bırakır.
Çünkü yeni üretim tarzının avantajları, siyasi ve askeri alanda avantajlı bir durum yarattığı için başka devletler de kendi toplumlarını aynı tarihsel yöne sokmaya başlarlar ve bunun için gerekli ekonomik ve politik düzenlemelere giderler.Rekabet belirli bir süre sonra tarihsel koşulların eşitlenmesiyle sonuçlanarak rekabeti daha da şiddetlendirir.
Kapitalizmin ilk küreselleşme eğilimi, manüfaktür üretimi ile birlikte 15.yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır.İlk küreselleşme manüfaktür üretimi temelinde olmuştur.Manüfaktür üretimi giderek ekonominin ve zenginliğin temeli olmaya başlayınca, yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan kapitalist ulus ve devletler ve de onlarla rekabet halinde olan bazı feodal devletler (Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu gibi) sömürgecilik politikalarına hız vermişlerdir.
Manüfaktür üretimi artan mal arzından dolayı yeni pazarlar ve hammade ihtiyacı doğurduğu için, sömürgecilik siyasetini de kızıştırmıştır.15.yüzyılın ikinci yarısından itibaren İspanyol, Portekiz, Venedik, Floransalı, Fransız, Hollandalı ve İngiliz tüccarlar yoğun bir şekilde deniz filoları kurarak ve devlet desteği ile Amerika kıtasına ve Uzakdoğu'ya doğru açılmaya başlamışlardır. Aynı dönemlerde de Çarlık Rusyası Sibirya'nın içlerine ve Doğu Asya'ya doğru ilerlemeye başlamıştır.
Dünya ticaretinin gelişmesiyle birlikte gelişen bu sömürgecilik atılımının sonucunda, ülkelerin birbirleriyle değiştiği metaların miktarı artmaya başladı. Bu sömürgecilik siyasetiyle birlikte yeni ürünler dünya pazarlarına girmeye ve yeni zenginliklerin temeli olmaya başladı: Kürk, kahve, çay, ipek, kumaş vs. ama bir meta vardı ki bir çok soykırımın temelini oluşturdu:Altın.
Latin Amerika'daki bir çok yerli halk, değişim için değil ama süs ve takı olarak altını kullanmışlardı.Buraya ayak basan Avrupalılar yerli halkların ellerindeki bu altınları ele geçirmek için onları soykırımdan geçirdiler.İdeolojik ve askeri üstünlükleri sayesinde yerlileri kendilerine bağlayan Avrupalılar,belki de dünyanın gidişatını değiştirecek olan bir olaya imza attılar.Yüz yılda tam 45 bin ton altını yani bugünkü değeriyle yaklaşık 100 milyar Euro tutarındaki altını Avrupa'ya taşıdılar.Bu yüzyıllardan beri Amerika'daki yerli halkların içerisinde donmuş olan emek-zamanıydı.Emek altın içerisinde yokedilemez bir niteliğe sahip olduğu için,altın ve sermaye biçiminde Avrupa'ya taşınan bu servet , Avrupa'nın toplumsal ekonomik ve siyasi yapısını tamamen değiştirerek, onu din ya da mezhep savaşları biçiminde kendisini gösteren burjuvazinin ilk dünya savaşına sürükledi: Katoliklik-Protestan savaşı.
Manüfaktür üretiminin ortaya çıkmasından aşağı-yukarı yüzyıl sonra Avrupa'da genel kar oranları eşitlenme eğilimine girdi ve bu eşitlenme Avrupa'nın genç burjuvazisini iki düşman kamp olarak böldü.Bir de bunların arasında çıkarlarını her iki kampta görmeyen üçüncü kampta olanlar vardı.
Bugünkü dünya kapitalizminin şekillenişinin temelinde, kapitalizmin manüfaktür dönemindeki dinamikler ve ülkelerin bu dinamiklerle olan ilişkileri yatmaktadır.Toplumsal zenginliğin temeli manüfaktür üretimine kaydığı halde, Osmanlı İmparatorluğu gibi feodal devletler kendi toplumsal sistemlerini Tımar Düzeni ve bu temelde gerçekleştirdikleri fetih savaşlarına dayandırmaya devam ettiler.
Manüfaktür üretimi küçük üreticilerin yıkımı üzerinde yükseldiği ve giderek büyük ölçekli üretimin temelini attığı için, yeni bir ekonomik fenomenin oluşumunu da beraberinde getirdi: Değerlerin üretim-fiyatlarına dönüşümü.
"Gerek ticari kapitalizm döneminde gerekse de sanayi kapitalizmi döneminde olsun, kapitalist üretim tarzı ortaya çıktığı tarihsel andan itibaren hep bütünlüklü bir yapıya sahip olmuştur. Başka bir şekilde belirtirsek eğer, kapitalist üretim ilişkilerinin tarihsel yörüngesine giren bir toplum (ister tek ticaret aracılığıyla olsun isterse de hem ticaret hem de sanayi aracılığıyla olsun) hiçbir zaman artık bu yörüngenin dışına bir daha da çıkamaz. Böylece uluslararası ticaret ve sermaye ihraçları yoluyla evrensel kapitalist sistemin bir parçası olur. Kapitalist bütün ile ilk temasını gerçekleştiren bir toplum, yani onun bir parçası haline gelen bir toplum, bütünün genel çemberi içerisine hapsolurken, aynı zamanda eşit genel kar oranının oluşumu sürecine de dahil olur. Böylece uluslararası ticaret aracılığıyla dünya ekonomisi zemini üzerinde, evrensel sistemin bütün halkaları ile iç içe geçerek değer yasasının evrensel egemenliği altına girer. Bunun en önemli sonucu, birbirinden tecrit edilmiş bir şekilde üretilmiş sanılan ve çeşitli iç pazarlarda üretilen artı-değerlerin, uluslararası ticaret aracılığıyla, bir bütünün parçaları olarak bir araya getirilmesi ve ilişkiye sokulmasıdır. Uluslararası ticaret aracılığıyla ilişki içerisine sokulan bütün dünya toplumsal artı-değerinin herbiri, rekabet aracılığıyla gerçek ya da göreli değerlerine kavuşurlar. Peki bu ne anlama gelir? Bu şu anlama gelir: herhangi bir işkolunda artı-değerin üretimi ile onun pazarda realize edilmesi, değer olarak birbirine tekabül etmeyebilir. Zaten farklı üretim ölçeklerinin eşitsiz bir şekilde varolduğu kapitalist toplumda, üretim fiyatları değerlerinden sapma gösterirler. Bu durum, zaten değerlerin üretim fiyatlarına dönüşmesi denen şeydir. Üretilen ama gerçekleştirilemeyen artı-değerler de ortadan kaybolmazlar, sadece başka kapitalistlerin ceplerine akar. Çünkü dünya çapındaki toplam artı-değer toplam kara eşittir. Yine aynı şekilde bütün üretim alanlarında üretilen değerler de (maliyet artı artı-değer), üretim fiyatları (maliyet artı ortalama kar) toplamına eşittir. Kısacası genel kar oranı eşitlenirken eşit nicelikteki sermayeler, farklı sermaye bileşenlerinden dolayı farklı üretim fiyatları arcılığıyla aynı kar oranını elde ederlerken, ortalama sermaye bileşeninin altında üretim yapan kapitalistler ürettikleri artı-değerin bir kısmını uluslararası ticaret aracılığıyla, ortalamanın üzerinde üretimde bulunan kapitalistlere bırakmak zorunda kalırlar. Bu sonuncular üretmedikleri artı-değerlere, meta fiyatları aşağıya doğru hareket ettiği zaman ve ortalamanın altında kalan ve kötü durumda üretim yapan kapitalistlerinin metalarının değerleri ile maliyet fiyatları arasında hareket ettiği zaman elde ederler. İşte genel kar oranının eşitlenmesi, Engels’in de belirttiği gibi uluslararası artı-değerler toplamı üzerinden hesap edilmelidir çünkü dünya çapındaki bu toplam artı-değerler üzerinden ortaya çıkar. Bu ekonomi politiğe Marx’ın çok önemli bir katkısıdır ve onun teorisinin doruğudur ama aynı şekilde onun bütün sermaye teorisinin sonuçlarının gelip toplandığı en üst mantıksal ve tarihsel noktadır. " (Kemal Erdem, Enternasyonalizmin Bazı Teorik Sorunları Üzerine-III, Devrimci Bülten Sayı 42)
Kapitalizmin gerçek anlamda gelişmesi, kapitalist üretim çemberinin genişlemesi ve bu temelde derinliğinin yani niteliğinin gelişmesiyle elele gider. Kapitalist-işçi ilişkisinin giderek geliştiği bir toplumda, buna bağlı olan diğer kategoriler de (piyasa,rekabet,artı-değer,kar,kredi, kar oranlarının eşitlenmesi vs.) ortaya çıkar ve içerisinden çıktığı toplumun özelliklerinin önce içeriğini boşaltır ve daha sonra da buna uygun sosyal biçimleri geçirmeye çalışır.
Değerlerin üretim-fiyatlarına dönüşmesiyle birlikte,kapitalist üreticilerin piyasa ile ilişkileri de değişmeye başladı.Bu değişim iki yönlüydü:1-) Ortaya çıkan üretim fazlası için sürekli yeni piyasaların elde edilmesi ve ; 2-) üretim için gerekli ve ucuz hammadelerin sürekli tedarik edilmesi.Bu durum yeni ortaya çıkan kapitalist devlet ve ulusları, feodal ülke ve devletlerle yakınlaştırıyor ve de ilişkiye sokuyordu.Rekabet bu yakınlaşma sürecini tek hızlandırmıyordu ama yeni ittifak oluşum ve biçimlerini de beraberinde getiriyordu.
Bu süreç büyük tarihsel çalkantılar ve altüst oluşlarla birarada gelişir.Rekabet kar oranlarının eşitlenmesine neden olurken, bu eşitlenmeye uygun olarak güç ilişkilerinin yeniden dağılımı oluşur.Kar oranlarının eşitlenmesi, devletleri düşman kamplara böldüğü için, bazı devletlere ve siyasi hareketlere de yeni manevra alanları açarak yeni siyasi fırsatlar sunar ve hatta tarihsel çözülmeleri başlayan devletler ve toplumsal yapılar dahi,bu yeni süreçten dolayı tarihsel ömürlerini dahi uzatabilirler.Bu sonuncusuna Osmanlı İmparatorluğu örnek verilebilir.
Kapitalizmin dinamik merkezinde kar oranlarının eşitlendiği ve düşman kampların oluştuğu durumlarda,bu merkezdeki güçler sistemin çevresinde yeni müttefikler aramaya başlarlar ve onlarla zaman zaman ekonomik,politik,askeri ve diplomatik ilişkiler geliştirerek, stratejik konumlarını güçlendirmeye çalışırlar. Bütün kampların aynı eğilime sürüklenmesi, giderek aşılmakta olan toplumların çözülmelerini durdurucu ya da yavaşlatıcı bir etkiye de neden olur.Bu durum Osmanlı İmparatorluğu gibi feodal devletlerin nasıl uzun süre dayanabildiğini de açıklamaktadır. Ama bu durum aynı zamanda, çeşitli sermaye grupları (Yeşil Sermaye gibi) için zamanla nasıl uygun tarihsel koşulların oluşabileceğini de açıklamaktadır.Kar oranları eşitlenirken, öyle tarihsel koşullar ortaya çıkmaktadır ki, eski ve güçlü olan kapitalist gruplar geri plana itilebilmekte, bazı yeni ve küçük sermaye grupları ileri çıkabilmektedir. Kısacası kar oranlarının eşitlenmesi, rekabeti daha da şiddetlendirdiği için, küçük kapitalist gruplara manevra alanı açarak,sermaye birikimi için yeni olanak ve fırsatlar da sunmaktadır.
Manüfaktür üretimi her ne kadar yeni bir çağın kapısını araladıysa da, gelişmiş bir içpazarın oluşuturulması noktasında yetersiz kaldı.Gelişmiş bir içpazarın oluşabilmesi için, üretici güçlerde yeni bir atılımın ortaya çıkması zorunluydu. Bu atılımı buharlı makinanın bulunması sağladı.Buharlı makinanın üretim süreci içerisine girmesi ve üretici güçlerde yeni bir atılımı sağlamasıyla,bir ülke de giderek kapitalizmin liderliğini ele geçirmeye başladı: Büyük Britanya.
Buharlı makina büyük ölçekli üretimi geliştirerek, içpazarın parçalı ve dağınık yapısına son vererek,onu yekpare halinde birleştirdi. Kapitalizmin uluslararası alanda gelişmesine benzer bir şekilde, bir ülkenin içerisinde de gelişmesi aynı olmuştur.İçpazarın oluşumu eşitsiz ve sıçramalı gelişmiş ve bu temelde sermaye içpazarın gelişmiş yerlerinden gelişmemiş yerlerine doğru sürekli akarak, zaman içerisinde bütün içpazarın dağınık ve parçalı yapısına son vererek tek bir pazar olarak birleştirmiştir.
Bugün nasıl uluslararası sermaye, ucuz işgücü ve hammadde kaynaklarına yakın olmak için sanayi üretimini dünyanın geri bölgelerine kaydırarak, buralarda kapitalizmin gelişmesine neden oluyorsa ve giderek bu ülkelerin içpazarlarını dünya pazarlarına entegre ediyorsa, aynı şekilde, içpazarın oluşum sürecinde de bir ülkenin içerisinde de aynı oldu.Rekabet kapitalistleri sürekli geri kalmış bölgelere iterek, bu bölgelerdeki ucuz işgücünü kullanarak kar oranlarını yükseltici yönde hareket ettiriyordu.Böylece belli bir zaman sonra bütün iç piyasa tek bir piyasa olarak birleşti ama bu durum sermayeyi de krize sokmaya başladı.Çünkü kar oranları düşerken onu yükseltecek unsurlar içpiyasada artık tükenmişti.Kar oranlarını yükseltici unsurlar artık ülke dışında bulunuyordu ve bu sömürgeciliğin hızlandırılması ya da geliştirilmesiyle eşanlamlıydı.
İngiliz kapitalizmi buharlı makinayı üretim sürecine sokarak büyük bir ekonomik atılım gerçekleştirdi.1860'lı yıllarda başlayan bu süreç, çok kısa bir zaman sonra Fransa'yı da harekete geçirdi ve aşağı-yukarı on yıllık bir gecikmeyle Fransa da buharlı makinayı kendi ekonomisine soktu.İngiltere içpazarında eşitlenme eğilimi ortaya çıkıp ve belirli bir durgunluk ortaya çıktığı zaman,Fransa arkadan geldiği ve içpazarın birliğini daha tam tamamlamadığı için daha hızlı büyüyordu.Bu fenomen bugünkü Batı emperyalistleriyle,Doğu emperyalistleri arasındaki ilişkiye benziyordu.Fransa yüksek büyüme oranlarıyla giderek İngiltere'nin düzeyine yaklaşıyordu yani kar oranları eşitlenmeye başlıyordu ve bunun büyük bir savaşa neden olacağı belliydi.
Fernand Braudel bu fenomeni çalışmalarında belirtmiştir:
“1715-1810 arası, Fransız ve İngiliz büyümesinin (aynı şekilde toplam fiziksel üretim sayısı ile sınırlanmıştır) bize sunulan eğrileri, XVIII. yüzyılda Fransız ekonomisinin İngiliz ekonomisinden daha hızlı büyüdüğünü ve değer (üretimi-K.E) olarak da ona üstün geldiğini ispat etmektedir(...). Fransız üretim hacmi, gerçekten, 1715’te 100’den, 1790-1791’de 240 ; 1803-1804’te 247’ye; 1810’da 260’a yükselmektedir. Bu dönemdeki İngiliz üretimi ise 1715’te 100’den, 1800’de 182’ye yükselmektedir.
Her ne kadar bu muhasebede, iki nokta gözardı edilse de fark olağanüstü büyüktür:1-Fiziksel üretim muhasebesi üzerinde durarak, hizmetleri bir kenara bırakıyoruz; ama bu sektörde İngiltere kesin olarak Fransa’ya üstün gelmektedir. 2-Olasıdır ki Fransa (sanayi üretimine-K.E) daha geç başladı, gelişmesi daha hızlı ve o halde diğer yarışçıya (İngiltere-K.E) göre daha avantajlı oldu. ” (Fernand Braudel, Civilisation materielle, economie et capitalisme, XVe-XVIIIe siecle,cilt-III,s. 474,Livres Poches)
Fransız kapitalizmi gelişirken herhangi bir şekilde değil,İngiliz kapitalizmiyle rekabet halinde gelişiyordu ve bütün göstergeleri onunla rekabet halinde şekilleniyordu.İngiltere ile rekabet Fransa'ya yeni politik düzenlemeler dayatıyordu ama Monarşi bu düzenlemelere karşıydı ve giderek rekabetin önündeki engellerden birisi haline geldi.Fransa'nın üretici güçleri bu duruma şiddetli tepki verdi ve bu tepki Büyük Fransız Devrimi'ne götürdü.
Her ne kadar Fransa buharlı makinayı kendi kapitalist üretimine İngiltere'den biraz daha geç koyup ve yüksek büyüme oranları elde ettiyse , bu İngiltere'den ileri olduğu anlamına gelmiyordu.Fransa geriden gelerek İngiltere ile arasındaki gelişmişlik farkını kapatıyordu ve bu temelde kar oranları eşitlenme eğilimine girmişti.
İngiltere uzun zamandan beri monarşi-parlamenter bir sisteme sahipti ve monarşinin az çok parlamento temelinde denetlenmesi ve de dengeli bir bütçenin oluşması,israfı önlediği gibi İngiliz kapitalistlerini daha rekabetçi yapıyordu.Aynı durum Fransa'da yoktu.Monarşinin keyfi yönetimi ve yanlış politikalar,halk ve kapitalistler üzerinde ağır bir durum oluşturuyordu ve Fransa'nın İngiltere ile rekabetini sekteye uğratıyordu.Krizler biçiminde kendisini dışa vuran bu duruma karşı halkın ve ulusun öfkesi büyüyerek devrime götürdü.Devrim çok kısa bir zaman sonra,İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği iki kampın oluşumuna ve bir tür dünya savaşına neden oldu.
I.Napolyon Waterloo'da 1815'te yenildikten ve Fransa koalisyon güçleri tarafından bastırıldıktan sonra,uzun bir "barışçıl" dönem oluştu.1850'lere kadar süren bu durum, Avrupa'daki devrimler ile tekrar bozuldu ve 1870'lere kadar süren bir savaşlar dönemine neden olarak,Almanya ve İtalya'nın birliğiyle sonuçlandı.Bu ülkeler politik birliklerini tamamladıktan sonra hızlı bir kapitalist büyüme sürecine girdiler.
1870'li yıllarda elektriğin bulunması ve üretim sürecine girmesiyle üretici güçlerde büyük bir atılım gerçekleşti. Bu yıllardan sonra bir başka ülke hızlı bir şekilde gelişmeye ve diğer kapitalist ülkelerle arasındaki farkı kapatmaya başladı.Bu ülke ABD'ydi.19.yüzyılın ikinci yarısında politik birliğini tamamlayan ABD,büyük bir içpiyasaya sahip olduğu için en hızlı gelişen ülkelerden birisiydi.Yine aynı yüzyılın ikinci yarısında Çarlık Rusyası da serfliği kaldırarak devlet önderliğinde bir kapitalist gelişmenin önünü açtı.
Elektriğe dayalı yeni üretim süreci (elektro-mekanik), çok daha fazla hammadde işleme ve piyasaya ürün sürme kapasitesi ortaya çıkardığı için, giderek hammadde ve pazar kavgasını körükledi ve bir çok kapitalist devleti kısa bir süre sonra savaş aracılığıyla karşı karşıya getirdi:Birinci Dünya Savaşı (1914-18). Bu savaştan sonra aslında bu savaşın devamı olan İkinci Dünya Savaşı yeni bir uluslararası dengeye götürdü.
Aslında manüfaktür üretiminden İkinci Dünya Savaşı'na kadar olan dönem, dünyanın gelişmiş bölgelerinde şu ya da bu şekilde içpazarların oluştuğu ve eşitsiz bir şekilde geliştiği bir dönemdi.İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra giderek bölgesel pazarların oluştuğu bir döneme girildi.