PDK Devrimci Bülten - Sayı 42 (2)
komunist - 01 June 2006

ENTERNASYONALİZMİN BAZI TEORİK SORUNLARI ÜZERİNE (III) -1
(KOMÜNİST ENTERNASYONAL İÇİN BİR DÜNYA STRATEJİSİ)
K. Erdem

VIII-Genel Kar Oranlarının Uluslararası Çapta Eşitlenmesi ve Uluslararası Ölçekte Genişletilmiş Yeniden-Üretim ve Birikim

Genel kar oranlarının uluslararası çapta eşitlenmesi ile kapitalist sistemde (1) oluşan zayıf halkalar (ister halka kopsun isterse de kopmasın) arasında bir ilişki var mıdır? Tarihsel tecrübe ve bununla birlikte de tarihsel materyalizm bu ikisi arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu ya da genel kar oranlarının eşitlenmesinin kapitalist sistemdeki zayıf halkaların nedeni olduğunu göstermektedir.


Yazının Tümü:

ENTERNASYONALİZMİN BAZI TEORİK SORUNLARI ÜZERİNE (III) -1
(KOMÜNİST ENTERNASYONAL İÇİN BİR DÜNYA STRATEJİSİ)
K. Erdem

VIII-Genel Kar Oranlarının Uluslararası Çapta Eşitlenmesi ve Uluslararası Ölçekte Genişletilmiş Yeniden-Üretim ve Birikim

Genel kar oranlarının uluslararası çapta eşitlenmesi ile kapitalist sistemde (1) oluşan zayıf halkalar (ister halka kopsun isterse de kopmasın) arasında bir ilişki var mıdır? Tarihsel tecrübe ve bununla birlikte de tarihsel materyalizm bu ikisi arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu ya da genel kar oranlarının eşitlenmesinin kapitalist sistemdeki zayıf halkaların nedeni olduğunu göstermektedir. Ama uzun zamandan beri Marksist teori,bu ikisi arasındaki mantıksal bağın sorgulanmasını bir kenara bırakmış ve üzerinden atlamıştır. Öyle ki emperyalizm teorileri çerçevesinde bile ele alınmamış ve hakettiği değeri elde edememiştir. Ancak Rosa Luxembourg, 1903 yılında yazdığı “Marksizmde Durgunluk ve İlerleme” (2) adlı makalesinde çok önemli bir noktaya değinmiştir. O zamanki komünist hareketin çok önemli bir zaafına parmak basmıştır. İşin ilginç tarafı aynı zaaf, o günden bugüne giderilememiş ve günümüzde de sürmektedir. Bu noktada bir şeyler söylemeden önce R. Luxembourg’un o zamanki komünist harekete yapmış olduğu eleştiriyi buraya aktaralım:
“Kapitalin, kar oranı sorununun (Marksist ekonominin temel sorunu) çözümünü veren üçüncü cildi 1894’e kadar ortaya çıkmadı. Ama Almanya’da, diğer ülkelerde olduğu gibi, ajitasyon ilk cildin tamamlanmamış malzemesinin yardımıyla yürütüldü; Marksist doktrin yalnızca ilk cilt temelinde popülerleştirildi ve benimsendi; tamamlanmamış Marksist kuramın başarısı olağanüstüydü ve kimse öğretideki herhangi bir boşluğun farkında değildi.

Bunun da ötesinde, üçüncü cilt nihayet ilk kez gün ışığına çıktığında en başta yalnızca dar uzman çevrelerinin dikkatini çekti ve bu çevrelerce bazı yorumlar yapıldı – sosyalist harekette ise, yeni cilt orijinal kitaptan kaynaklanan görüşlerin benimsendiği geniş çevrelerde pratik olarak hiçbir etki yaratmadı. Üçüncü cildin kuramsal sonuçları şimdiye kadar hiçbir popülerleştirme girişimine konu olmadıkları gibi yaygınlığa da kavuşmadılar. Aksine, sosyal demokratların bugünlerde burjuva iktisatçılarının Kapital’in üçüncü cildi hakkında dile getirdikleri “hayal kırıklıklarını” sosyal demokratlar arasında bile yankıladığını duyuyoruz – ve durum, sosyal demokratların değer kuramının ilk ciltteki “tamamlanmamış” sunumunu nasıl da büsbütün benimsemiş olduklarını göstermektedir.

Bu kadar ilginç bir olguyu nasıl açıklayabiliriz?

(...) Kapitalin ikinci ve üçüncü ciltlerinin garip kaderi, hareketimiz içindeki kuramsal araştırmanın genel kaderinin kesin bir göstergesidir.

Bilimsel açıdan bakıldığında, Kapital’in üçüncü cildi, hiç şüphesiz, öncelikle Marx’ın kapitalizm eleştirisinin tamamlanması olarak görülmelidir. Bu üçüncü cilt olmadan ne mevcutta hakim olan kar oranı yasasını; ne artık değerin kar, faiz ve rant halinde bölünmesini; ne de değer yasasının rekabet alanındaki işleyişini anlayamayız. Ama esas olan nokta şudur ki, bütün bu sorunlar saf kuram açısından ne kadar önemli iseler de, sınıf savaşının pratik bakış açısından görece önemsizdirler. Sınıf savaşı söz konusu olduğu ölçüde temel kuramsal sorun artık değerin kaynağı sorunudur, yani sömürünün bilimsel açıklamasıdır; buna ek olarak üretim sürecinin toplumsallaşma eğilimlerinin aydınlatılması, yani sosyalist devrimin nesnel ön hazırlığının bilimsel açıklaması.

Her iki sorun da “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini” artık değer üretiminin ve sermayenin kaçınılmaz ve nihai sonucu olduğunu gösteren Kapital’in ilk cildinde çözüme kavuşturulmuştur. Bununla, emek hareketinin kuramsal ihtiyaçları tatmin edilmiş olur. Sınıf savaşına etkin olarak katılan işçilerin, artık değerin sömürücü grupları arasında kar, faiz ve rant gibi nasıl dağıtıldığı sorunuyla ya da bu dağılım esnasında rekabetin, üretimin yeniden düzenlenmesine nasıl yol açtığıyla doğrudan ilgilenmeleri gerekmez.

Bu yüzdendir ki, Kapital’in üçüncü cildi sosyalistler için genel olarak okunmayan bir kitap olarak kalmıştır.

Ancak hareketimizde, Marx’ın ekonomik doktrinlerini ilgilendiren her şey kuramsal araştırmanın genelini de bağlar. ” (R. Luxembourg, www. marxists. org)

R. Luxembourg genel olarak haklıdır. Komünist hareketin genel olarak strateji ve taktikleri, Marx’ın teorisinin doruğundan (bu Kapital’in III. cildidir) ziyade onun teorisinin basit biçimleri (ama basit olduğu kadar da nesnel-tarihsel ilişkileri açıklamada da yetersiz ve eksik biçimlerdir) üzerine oturmuştur. Dünya komünist hareketi, strateji ve taktiklerinin odağına Marx’ın ekonomi teorisinin temel yasasını yani genel kar oranlarının eşitlenmesi yasasını koyamamıştır. Luxembourg’un da belirttiği gibi, komünist hareketin pratiği ile Marx’ın teorisinin doruğu ayrı ayrı yürümüştür. Bu ayrılık teorik ve pratik olarak ortadan kaldırılmaksızın ve ikisi doğru bir biçimde kaynaklaştırılmaksızın, uluslararası proletaryanın uluslararası emperyalizm üzerindeki zaferi mümkün olmayacaktır.

Ama burada çözümlenmesi gereken yeni bir sorun belirmektedir. Niçin komünist hareket, bugüne kadar bilinçli olarak bu yasanın işleyişi ve sonuçları temelinde dünya çapında bir politik çizgi (genel olarak strateji ve taktikler bütünlüğü) oluşturamamıştır? Onu bundan alıkoyan nedenler nelerdir?

Bu oldukça zor ve karmaşık bir sorundur. Şu an verilecek cevaplar eksik kalacaktır ama eksik de olsa bir açıklamada bulunmak gerekir.

Her ne kadar yasa soyut bir şekilde ortaya konulmuşsa da bu yasanın işleyişinin somut biçimleri yani belirli bir çağda neden olduğu tarihsel olaylar zinciri ve bunların birbirleriyle ilişkileri pek irdelenememiştir. Bunun nedeni komünist önderlerin yeteneksiz olmaları değildir. İçerisinde yaşamış oldukları tarihsel koşullar onların düşünce süreçlerine bazı engeller koyuyordu. Kapitalizmin genel tarihsel çerçevesinin ve bu çerçevenin somut biçimlerinin bilince çıkarılamaması ( ki tarihsel koşulların sonucudur) ister istemez yasanın işleyişinin mantığını belirsiz hale getiriyordu. Ancak kapitalizmin ard arda gelen tarihsel biçimlerinin doğru bir teorik dizimi ve birbirine bağlanışıyladır ki 3 bu yasanın tarihsel sonuçları doğru bir şekilde değerlendirilebilir. Luxembourg sorunu sezmiş ancak çözememiştir. Bunun nedeni ise içerisinde yaşamış olduğu çağın koşullarıdır. Gerek Lenin gerekse de Luxembourg henüz daha uluslararası emperyalizmin (klasik emperyalizmden farklı olarak) nesnel temelinin daha tam olarak ortaya çıkmadığı yani mantıksal düzeyde kavramsallaştırılacak bir tarihsel düzeyde olmadığı bir dönemde yaşadılar. Onun için de teorileri eksik tarihsel gelişmenin neden olduğu bir tür eksik teorik çerçeveye (göreceli olarak tabii ki) tekabül etmektedir. Modern materyalizme göre eksik ya da yetersiz gelişme koşulları, eksik ya da zaaflı düşünce yapılarına yol açarlar.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından Engels’in ütopik sosyalistleri nasıl değerlendirdiğine (dikkat edilsin sadece mantık yürütüşünün ve tarihsel materyalizmin temel ilkelerini nasıl ele alındığının gösterilmesi açısından bu örneği veriyoruz) bakalım.

Engels ütopik sosyalistleri eleştirirken, onları ne akılsızlık ve yeteneksizlikle suçlar ne de onlara saygısızlık eder. Tam tersine onlara büyük saygı besler ve modern bilimsel sosyalizmin tarihsel gelişimini, onların temelini atmış olduğu sosyal eğilimin pratik ve düşünsel gelişiminin doruk noktası olarak ele alır. Onların teorilerindeki zayıflığı ve yanlışlığı ise tarihsel koşullar ile ilişkilendirerek açıklar:
“Bu tarihsel durum, sosyalizmin kurucularını da etkiledi. Kapitalist üretimin olgunluktan uzaklığına, sınıfların durumunun olgunluktan uzaklığına, teorilerinin olgunluktan uzaklığı yanıt verdi. ” (Anti-Dühring, s. 412, Sol yayınları)

“ Eğer ütopyacılar, görmüş bulunuyoruz, ütopyacı idiyseler, bu, kapitalist üretimin henüz çok az gelişmiş bulunduğu bir dönemde, başka bir şey olamayacakları içindi. ” ( a. g. e. s. 423)
İşte aynı akıl yürütme ve mantığı dünya komünist hareketi, kapitalizmin tarihsel gelişimiyle bağıntılı olarak, Marx ve Engels’ten günümüze kadar uzanan komünist harekete de uygulamalıdır. Kısacası komünist hareket, diyalektik materyalizmi kendi tarihine de uygulamalıdır. Onun sorunlarını ancak böyle çözebilir.

Komünist teori ve savaşımın bilimsel bir temele oturtulmasıyla, komünist savaşımın tarihsel sonuçlarına kadar götürülmesi ayrı şeylerdir. Komünist hareket bilimsel bir temele (bu Marx ile Engels ile olmuştur) oturtulmuştur ama onun önündeki teorik sorunlar kapitalizmin nesnel gelişimi ile bağıntılı olarak varolmaya devam etmektedir ve edecektir. Onun için Marx’ın Katkı’nın önsözünde de belirttiği gibi, insanlık bulunduğu çağda önüne ancak çözebileceği sorunları koyar ya da başka bir deyişle nesnel-tarihsel gelişim sorunu dayatmışsa onu çözüme bağlayacak düşünce malzemesini ve pratiğini de yaratır. Aksi taktirde onu doğru bir şekilde çözüme bağlayamaz:
“İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce,bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri,bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan,asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki,insanlık kendi önüne,ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında,her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” (abç) (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 24, Sol Yayınları)
Klasik emperyalizm döneminde komünizmin maddi gelişimi ya da buna götüren sosyal eğilimler daha tam olarak ortaya çıkmamıştı ve bundan dolayı da komünizmin düşünsel gelişimi de göreceli olarak eksik ve zaaflı bir biçimde ortaya çıkıyordu.

Bundan önceki bölümde, kapitalizmin üç temel biçimini (serbest rekabetçi kapitalizm, klasik emperyalizm ve uluslararası emperyalizm) ve yine bunların kendi içerisinde ortaya çıkan katmanlarını belirledik ve böylece genel olarak kapitalizmin, feodalizmden komünizme kadar olan tarihsel süreçte, üretici güçlerinin hangi biçimler içerisinde büyüdüğünü belirledik. Kapitalizmin kendi doğuş döneminden tarihsel olarak her uzaklaşması aynı zamanda üretici güçlerin büyümesi ve komünizmin tarihsel eğilimi üzerinde ilerlemesidir. Ama yine önceki bölümde de gösterdiğimiz gibi bu ilerlemede tarihsel sürekliliği ve kesintisizliği, biçimlerin birbirine dönüşümünü ve koşullanmasını da genel kar oranının eşitlenmesi sağlar. Kısacası belirli bir verili dönemde, kapitalist üretim ilişkilerinin işleyişinin bütün tarihsel sonuçları bu yasanın işleyişinde gelip toplanır ve somutlanır.

Yasanın işleyişinin daha karmaşık biçimlerinin incelenmesine geçmeden önce, bazı bir kaç temel belirlenim yapmak gerekmektedir.

Gerek ticari kapitalizm döneminde gerekse de sanayi kapitalizmi döneminde olsun, kapitalist üretim tarzı ortaya çıktığı tarihsel andan itibaren hep bütünlüklü bir yapıya sahip olmuştur. Başka bir şekilde belirtirsek eğer, kapitalist üretim ilişkilerinin tarihsel yörüngesine giren bir toplum (ister tek ticaret aracılığıyla olsun isterse de hem ticaret hem de sanayi aracılığıyla olsun) hiçbir zaman artık bu yörüngenin dışına bir daha da çıkamaz. Böylece uluslararası ticaret ve sermaye ihraçları yoluyla evrensel kapitalist sistemin bir parçası olur. Kapitalist bütün ile ilk temasını gerçekleştiren bir toplum, yani onun bir parçası haline gelen bir toplum, bütünün genel çemberi içerisine hapsolurken, aynı zamanda eşit genel kar oranının oluşumu sürecine de dahil olur. Böylece uluslararası ticaret aracılığıyla dünya ekonomisi zemini üzerinde, evrensel sistemin bütün halkaları ile iç içe geçerek değer yasasının evrensel egemenliği altına girer. Bunun en önemli sonucu, birbirinden tecrit edilmiş bir şekilde üretilmiş sanılan ve çeşitli iç pazarlarda üretilen artı-değerlerin, uluslararası ticaret aracılığıyla, bir bütünün parçaları olarak bir araya getirilmesi ve ilişkiye sokulmasıdır. Uluslararası ticaret aracılığıyla ilişki içerisine sokulan bütün dünya toplumsal artı-değerinin herbiri, rekabet aracılığıyla gerçek ya da göreli değerlerine kavuşurlar. Peki bu ne anlama gelir? Bu şu anlama gelir: herhangi bir işkolunda artı-değerin üretimi ile onun pazarda realize edilmesi, değer olarak birbirine tekabül etmeyebilir. Zaten farklı üretim ölçeklerinin eşitsiz bir şekilde varolduğu kapitalist toplumda, üretim fiyatları değerlerinden sapma gösterirler. Bu durum, zaten değerlerin üretim fiyatlarına dönüşmesi denen şeydir. Üretilen ama gerçekleştirilemeyen artı-değerler de ortadan kaybolmazlar, sadece başka kapitalistlerin ceplerine akar. Çünkü dünya çapındaki toplam artı-değer toplam kara eşittir. Yine aynı şekilde bütün üretim alanlarında üretilen değerler de (maliyet artı artı-değer), üretim fiyatları ( maliyet artı ortalama kar) toplamına eşittir. Kısacası genel kar oranı eşitlenirken eşit nicelikteki sermayeler, farklı sermaye bileşenlerinden dolayı farklı üretim fiyatları arcılığıyla aynı kar oranını elde ederlerken, ortalama sermaye bileşeninin altında üretim yapan kapitalistler ürettikleri artı-değerin bir kısmını uluslararası ticaret aracılığıyla, ortalamanın üzerinde üretimde bulunan kapitalistlere bırakmak zorunda kalırlar. Bu sonuncular üretmedikleri artı-değerlere, meta fiyatları aşağıya doğru hareket ettiği zaman ve ortalamanın altında kalan ve kötü durumda üretim yapan kapitalistlerinin metalarının değerleri ile maliyet fiyatları arasında hareket ettiği zaman elde ederler. İşte genel kar oranının eşitlenmesi, Engels’in de belirttiği gibi uluslararası artı-değerler toplamı üzerinden hesap edilmelidir çünkü dünya çapındaki bu toplam artı-değerler üzerinden ortaya çıkar. Bu ekonomi politiğe Marx’ın çok önemli bir katkısıdır ve onun teorisinin doruğudur ama aynı şekilde onun bütün sermaye teorisinin sonuçlarının gelip toplandığı en üst mantıksal ve tarihsel noktadır.

Bir ulus diğerinden daha fazla değer üretebilir. Ama buna karşılık sermayenin birikimi açısından diğerinden daha kötü bir durumda olabilir. Bunun tarihte çok güzel bir örneği vardır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısındaki İngiliz ve Fransız kapitalizminin karşılaştırılması bu teoriyi doğrulamaktadır. Fernand Braudel, İngiltere ile Fransa’nın 1715’ten 1800’ün başlarına kadar olan dönem içerisinde gerçekleştirmiş oldukları değer üretimlerini karşılaştırmıştır:
“1715-1810 arası, Fransız ve İngiliz büyümesinin (aynı şekilde toplam fiziksel üretim sayısı ile sınırlanmıştır) bize sunulan eğrileri, XVIII. yüzyılda Fransız ekonomisinin İngiliz ekonomisinden daha hızlı büyüdüğünü ve değer (üretimi-K. E) olarak da ona üstün geldiğini ispat etmektedir(...). Fransız üretim hacmi, gerçekten, 1715’te 100’den, 1790-1791’de 240 ; 1803-1804’te 247’ye; 1810’da 260’a yükselmektedir. Bu dönemdeki İngiliz üretimi ise 1715’te 100’den, 1800’de 182’ye yükselmektedir.

Her ne kadar bu muhasebede, iki nokta gözardı edilse de fark olağanüstü büyüktür:1-Fiziksel üretim muhasebesi üzerinde durarak, hizmetleri bir kenara bırakıyoruz; ama bu sektörde İngiltere kesin olarak Fransa’ya üstün gelmektedir. 2-Olasıdır ki Fransa (sanayi üretimine-K. E) daha geç başladı, gelişmesi daha hızlı ve o halde diğer yarışçıya (İngiltere-K. E) göre daha avantajlı oldu. ” (Fernand Braudel, Civilisation materielle, economie et capitalisme, XVe-XVIIIe siecle,cilt-III,s. 474,Livres Poches)

İngiltere ile Fransa arasındaki değer üretim hacimleri karşılaştırıldığı zaman, Fransa’nın aynı zaman dilimi içerisinde İngiltere’den daha çok değer ürettiği görülmüştür. Ancak sermaye birikimi açısından da İngiltere’nin daha avantajlı bir konumda olduğu da aynı şekilde kanıtlanmıştır.

O halde bu fenomeni nasıl açıklamalı?

Braudel’den yapılan alıntıda da belirtilmiş olduğu gibi, Fransa’da kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, İngiltere’ye göre geç olmuştur. Bu durumun en dolaysız sonucu, İngiliz kapitalistlerinin sermayelerinin organik bileşiminin Fransız kapitalistlerinkinden farklı olmasıdır. Yani daha yüksek bir üretkenlik düzeyine sahip olmalarıdır. İki ülkenin ekonomilerinde ölçek farklılığı sözkonusudur. Bu durumda Fransa’nın üretmiş olduğu değerlerin bir kısmının kendileri tarafından dünya pazarında realize edilmedikleri, İngiltere’nin ise yüksek emek üretkenliğinden dolayı , metalarını değerlerinin üzerindeki fiyatlarla gerçekleştirdiğini ve bundan kaynaklanan artı bir kar elde etmiş olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliriz.

İki ulusun aynı sermaye niceliğine ama farklı organik bileşenlere sahip olduğunu varsayalım. Diyelim ki her iki ulusun elinde 182 sterlinlik (basitleştirmek için kafadan bu sayıyı alıyorum) bir sermaye var. Fransa’nın toplam sermayesinin % 50’sinin değişmeyen sermayeden, % 50’sinin ise değişen sermayeden oluştuğunu ; İngiltere’nin ise % 70’inin değişmeyen sermayeden % 30’unun ise değişen sermayeden oluştuğunu varsayalım. İngiltere’nin emek üretkenliği Fransa’dan yüksek olduğu için değişen sermayesini % 50’den daha küçük almalıyız ve alıyoruz. Yoksa üretkenlik farkı olmaz. Bu durumda aşağıdaki tabloyu elde ederiz: (4)



Her iki sermayenin ortalaması 109,2s + 72,8d’dir. Sömürü oranı % 100 olduğu için ortalama artı-değer 72,8’dir. Bu durumda ortalama kar % 40 olur. 72,8’lik artı-değer her iki sermayenin maliyet fiyatlarına eklendiği zaman üretilen metaların pazar fiyatları yani değişim esnasında aldıkları göreceli değer de açığa çıkmış olur. Böylece Fransız metaları 213,8’lik bir fiyat ile İngiliz metaları da 167,4’lük bir fiyat ile gerçekleşmişlerdir ki, bu durumda Fransız metaları değerlerinin altında (çünkü üretim değerleri 232’dir), İngiliz metaları ise değerlerinin üzerinde (çünkü üretim değerleri 149,2’dir) gerçekleşmiştir.

Kar oranları İngiltere ile Fransa arasında eşitlenmiştir (%40 olarak) ama bu eşitlenmede Fransa’nın ürettiği artı-değerlerin (18,2’lik) bir kısmı İngiliz kapitalistlerinin cebine akmıştır.

Böylece Fransa %10 kar kaybına (şayet üretim fiyatları değer ile çakışsaydı % 50’lik bir kar elde edecekti) uğrarken, İngiltere % 10 daha fazla kar etmiştir (şayet üretim fiyatları değerle çakışsaydı kar oranı sadece % 30 olacaktı). Ayrıca Fransa’nın ürettiği bir kısım değerin hiç gerçekleşmediğini çünkü 1763, 1773, 1783 ekonomik krizlerinin bir çok küçük kapitalistin iflasına yol açtığını ayrıca burada belirtelim.

Yukarıdaki örnekte değişmeyen sermayenin (s) harcanan kısmını Fransa için 50, İngiltere için 40 olarak aldık. Harcanan s’yi her seferinde farklı aldığımız zaman işin özü yine değişmez, sadece farklı niceliklerde aynı kar oranları elde ederiz. Örneğin s değiştiği zaman kar oranları % 40 değil, % 56 ya da % 20 vs. olabilir. Ama işin özü yine değişmez.

Bu yukarıdaki örnek aracılığıyla teorideki çok önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Örnekte İngiltere’nin elde etmiş olduğu % 10’luk artı-kar’ın, 1715’ten 1800’ kadar olan dönemde üretilen bütün toplam karın (tarihte gerçekleşen durumda hesaplanması gerçekten güç ve devasa boyutlarda) % 10’u olduğunu okuyucuya ayrıca belirtmek isterim. Genel kar oranları eşitlenirken oluşan bu artı-karın, sermayenin genel işleyiş mekanizmaları içerisinde çok önemli bir tarihsel rolü vardır. Bu rolün teorik olarak bilince çıkartılması, çok önemli sorunların çözümüne ışık tutacaktır.

Her seferinde en iyi üretkenliğe sahip olan katmanın elinde biriken bu artı-kar, üretici güçlerin yeni bir atılımının temeli ve destek noktasını teşkil eder. Bu artı-kar, büyük sermaye içerisindeki en büyük katman tarafından rekabetin zorlayıcı etkisi sonucu tekrar üretken sermaye olarak yatırılır. Bu yatırımlar sonucunda, bu katmanın dünya pazarına sürdüğü metaların kitlesinde bir büyüme olur. Dünya pazarı içerisinde giderek ağırlık merkezi olmaya başlayan bu katman yani pazara sürülen metaların çoğunluğunu oluşturmaya başlayan bu katman eşanlı olarak şunlara neden olur:
Bu üç noktada genel olarak özetlediğimiz süreç, aynı zamanda, Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesi denen şeydir. Bu eşitlenmeyle birlikte, en büyük kapitalist sınıf ya da katmanın elinde biriken artı artı-değer yani artı-kar, genişletilmiş ölçekte yeniden-üretim temelinde ve böylece de kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde “yeni bir üretim tarzı”nın geliştirilmesi için kullanılır. Burada kastedilen “üretim tarzı”, sermayenin yeni bir katmanının hatta bu katmanın kendi içerisindeki çeşitli dönem ya da devirlerine ayrılan başka alt-katmanlarını ve yine bir bütün olarak bir biçimin oluşumunu karakterize etmektedir.

Marx, Kapital’in II. cildinde Sermayenin Dolaşım Sürecini incelerken bu konuyu aslında işler. Bu noktanın teorik olarak anlaşılması, bize, kapitalizmin bir biçiminin, diğeri içerisinden nasıl çıktığını, bununla birlikte de mali-sermayenin nasıl oluştuğunu ve bu mali-sermaye temeli üzerinde (bugün bu uluslararası mali-sermayedir) bir bütün olarak (Uluslararası) Mali-Oligarşinin nasıl ve hangi biçimlerde oluştuğunun cevabını verecektir.

Sermayenin dolaşım süreci aynı zamanda onun yeniden-üretim sürecidir de. Yeniden-üretim süreci de, kapitalizmin daha yüksek bir tarihsel gelişim temelinde kendisini biçimlendirmesidir. Bu genişletilmiş ölçekte yeniden-üretim süreci aşırı-üretimi (ki her zaman sabit sermayenin aşırı üretimi ve bundan kaynaklanan aşırı üretimlerdir) ve bundan kaynaklanan bunalımları (alım ve satımların birbirinden ayrılmasını) sürekli olarak bağrında barındırır.

Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesini, sürekli olarak genişletilmiş ölçekte bir yeniden üretim süreci ve bu sürecin unsurları olan yeni bir üretim tarzının ortaya çıkışı ve bu çıkış sırasında aşırı-üretim ve bunalımlar vede bunlardan kaynaklanan sosyal altüst oluşlar izler.

Genişletilmiş ölçekte yeniden-üretimin, Marx’ta sürekli olarak, sermayenin yeni bir biçiminin ortaya çıkması olduğu çok açıktır:
“Eğer sermayenin miktar olarak artışı, üretkenlik gücünün gelişiminin sonucuysa, üretkenlik gücü de daha geniş,daha büyümüş kapitalist temelin varlığına dayanarak gelişir. Karşılıklı etkileşim sözkonusudur. Daha genişlemiş bir temeldeki yeniden-üretim, (sermaye-ç) birikimi, başlangıçta üretimin yalnızca miktar olarak artışıymış gibi görünse de--- aynı üretim koşullarında daha fazla sermaye kullanılması--- belli bir noktada, her zaman, yeniden-üretimin gerçekleştirildiği koşulların daha ileri bir üretkenlik biçimi altında niteliksel bir genişlemeyi de ifade eder. ” (abç) (Marx, Artı-Değer Teorileri-II, s. 501, Sol Yayınları)

Yine aynı yerde az ileride şöyle yazar:
“... yeniden-üretim ve birikim sırasında,ufak tefek iyileştirmeler sürekli üstüste eklenir ve sonunda üretim düzeyinin tamamını değiştirir. Gelişmeler üstüste yığılır, üretken güçlerde kümülatif bir gelişme olur. ” (Marx, a. g. e. s. 502)
Bu noktada çok önemli bir sorun belirmektedir. Genişletilmiş ölçekte yeniden üretim ve birikim ve de bu temelde kapitalizmin tarihsel gelişiminin belirli bir zamansal ritmi var mıdır ve bu gelişimin tarihsel-zamansal sınırı (yani kapitalizmin tarihsel ömrünün zamansal sınırı) nedir? Marksizm buna bir cevap verebilecek bir düzeyde midir?

Marksizm artık, bu zor soruya aşağı-yukarı doğru bir cevap verebilecek düzeye gelmiştir. Bu sorunun cevabı da yine Marx’ta vardır. Bu sorunun çözümü için, Marx’ın sermayenin dolaşım sürecini incelerken yapmış olduğu tespitler ile bugüne kadar olan kapitalizmin tarihsel tecrübesini birleştirmek gerekir.

Marx sermayeyi teorik olarak analiz ederken, gözlemlemeleri sonucunda sınai çevirimlerin aşağı-yukarı 10-11 yıllık dönemleri kapsadığını fark etmiştir. Kapital’in II. Cildinin son sayfalarında “Birikimde IIs’nin Yerine Konması” bölümünün bir yerinde şu tespitte bulunur:
“... 10-11 yıllık bir sınai çevirimde bazı yılların, bir önceki yıla göre daha küçük bir toplam ürün gösterebileceği... ” (Marx, Kapital-II,s. 463, Sol Yayınları)
Marx, aslında “sınai çevirimlerin 10-11 yıllık bir dönemi kapsadığını” düşünüyordu. 10-11 yıllık bir sınai çevirimden bahsederken bu rakamları rastgele almıyordu. Bunu kapitalizmin genel tecrübesinden çıkarıyordu.

Gerçekten de sermayenin devrini tamamlaması ve niteliksel olarak yeni bir üretken devrenin açılması her zaman aşağı-yukarı 10-11 yıllık (bazı sapmalar ile birlikte elbette) bir süreci kapsar. Marx’ın bu tespitini kapitalizmin tarihine uygularsak (ki bunu doğru uygulamak gerekir) ileri sürdüğümüz görüşün doğruluğunun da aynı zamanda sağlamasını yapmış oluruz.

Kapitalizmin tarihsel olarak üç temel biçimi (Serbest rekabetçi kapitalizm, Klasik Emperyalizm ve Uluslararası Emperyalizm) vardır. Her biçimin de kendi içerisinde üç temel katmanı (küçük-orta-büyük) vardır. Ama her katmanın da içerisinde yine üç (küçük-orta-büyük) alt-katmanı vardır. İşte biçim içerisindeki her katmanın ve onun da içerisindeki alt-katmanının kendi içerisindeki farklı büyüklüklerin ard arda gelişimi ve birinin diğeri içerisinde çıkışının her biri 10-11 yıllık bir dönemi kapsar. Bundan da şu sonuç çıkar ki, kapitalizmin bir biçimi içerisindeki her katmanın ( ki bir biçim içerisinde üç temel katman bulunur) 30-33 yıllık bir süreçte oluştuğu ve bu sürecin sonunda da kendisinden sonraki katmana dönüşmeye başladığı görülmektedir. Ama bu dönüşüme her zaman toplumsal altüst oluşlar tekabül eder.

Demek ki sermayenin her bir devir dönemi kabaca 10-11 yıllık bir dönemi kapsar. Bazı dönemler bu 10 yıl bazı dönemler de 11 yıl olabilir. Onun için en iyisi ikisinin ortalaması olan 10,5 yılı almak gerekir.

Kapitalizmin tarihinde buharlı makinenin bulunduğu ve üretim sürecine girdiği 1759-1763’ten komünist üretimin ortaya çıkacağı döneme kadar, sermaye toplam 27 devir yapar. Çünkü sermaye üç temel biçime sahiptir. Her biçim üç temel katmana sahiptir ve her katman da üç alt-katmana sahiptir. Böylece 27 temel devir dönemi vardır sermayenin tarihinde. Bu ise toplam olarak: 27 x 10,5=283,5 yıl yapar. Bu 283,5 yılı 1759’un üzerine eklediğimiz zaman: 1759 + 283,5 =2042,5 tarihini elde ederiz. Burada aşağı-yukarı 10,5 yıllık fazla ve eksik bir sapma payı bırakmamız gerekir. Böylece bu tarih 2032 ile 2053 tarihleri arası yapar. Buradan kapitalizmin bir emperyalist ülkede ölmeye başlamasının yani komünist bir üretimin gelişmeye başlamasının (dikkat edilsin sadece başlamasının) 2032 ile 2053 yılları arasında oluşmaya başlayacağı sonucu çıkar.

Bu hesabın doğru olup olmadığının sağlamasını yapmak pekala mümkündür. Bunun için yakın geçmiş tarihte iyi tanıdığımız bir dönemi alabiliriz. Örneğin 1980 iyi bir tarih olabilir. Çünkü aşağı-yukarı 1980’e kadar, Uluslararası Tekelin küçük katmanının bir gelişimi sözkonusudur. Bu tarihten sonra, uluslararası tekelin küçük katmanının içerisinde, sermaye birikimi ve organik bileşimi bakımından daha gelişkin olan orta büyüklükte (buna orta dememizin nedeni ondan da büyük bir katmanının tarihsel olarak var olmasından dolayıdır) bir katmanın çıkışı sözkonusudur. Özellikle 1980’in başlarında başlayan bu dönem, ABD’de Ronald Reagan’ın, İngiltere’de de Margaret Teacher’in ekonomide almış oldukları “yapısal önlemler”in sonucunda ortaya çıkmaya başlamış ve diğer emperyalist ülkeler de bunları izlemek zorunda kalmışlardır. Türkiye gibi ülkelerde bunun yansıması ise İthal İkameci Sanayileşmenin yerini İhracata Dönük Sanayileşmenin almasıdır. Bu gibi ülkelerde de işbirlikçi tekelci sermaye bu temelde bir evrim geçirmiştir.

1980’e kadar sermayenin toplam devri, iki biçim artı bir katman olarak 21 devir hareketine sahiptir. Böylece 1980’e kadar olan 21 devir: 21 x 10,5 yıl = 220,5 yıl yapar. Bu 220,5 yılı 1759’un üzerine eklediğimiz zaman : 1759 + 220,5 = 1979,5 tarihini elde ederiz. Gerçekten de bu tarih, emperyalist dünya ekonomisinde 1960’ların sonlarında başlayan ve 1970’lerin sonlarına doğru doruğuna ulaşan, emperyalist ülkelerde Kesim-I (üretim araçları üretimi)’de başlayan ve Kesim-II (tüketim araçları üretimi)’ye uzanan ve oradan da bütün dünya ekonomisine yayılan ve temelinde “aşırı sabit sermaye üretiminin neden olduğu” bir dünya bunalımı dönemidir. Bu dönem aynı zamanda uluslararası tekelin küçük katmanının kendi tarihsel gelişimi içerisinde orta büyüklükte bir katmana dönüşmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönem daha bitmemiştir ama sonuna doğru yaklaşmaktadır. Bu dönemin yaklaşık tarihini ise şöyle hesaplayabiliriz: 1979,5 + 31,5 = 2011 yılı. Bu tarih sapmalar ile birlikte 2011 ile 2020 arası olabilir.

Kısacası çok büyük bir toplumsal devrimin öngününde bulunmaktayız. Bu hemen hemen kesin gibidir. Tarihte 10-15 yıllık dönemler aslında çok küçük dönemlerdir. Uluslararası emperyalist dünya ekonomisi ve siyaseti, 2010’dan itibaren derece derece derinleşecek olan bir dünya bunalımına sürüklenecektir. Bunun arkasında da mutlak suretle bir sosyalist devrim bulunmaktadır.

Az yukarıda somut bir örnek içerisinde gördüğümüz gibi genel kar oranları uluslararası çapta eşitlenirken, üretken açıdan en iyi konumda olan katmanın elinde bir artı-kar birikir. Bu birikimin uzun bir tarihsel süreç içerisinde (yukarıdaki örnekte 1715-1800 arası olarak varsayıldı ama aslında bu dönem de kendi içerisinde çeşitli dönemlere ayrılır ama biz bu örneği öylesine aldığımız için şimdilik bunu böyle varsayıyoruz) azar azar biriktiği artık kendiliğinden anlaşılır. Bu artı-kardan kaynaklanan birikimin, tekrar üretken bir sermaye biçiminde yatırılabilmesi için belirli bir sınıra kavuşması şarttır. Çünkü daha yüksek bir üretkenlik için bir sermaye yatırımında bulunmak, herhangi bir sınırı değil belirli bir nicelik sınırını gerektirir. Onun için de bu birikimin uzun bir tarihsel sürece yayılması kaçınılmaz hale gelir. Ama birikimin olabilmesi için de, paranın sikke biçimindeki dolaşım aracı işlevinden sıyrılması gerekir:
“... altın ve gümüş, ancak dolaşım aracı olmadıkları sürece, kendilerini para biçiminde sabitleştirirler. Bunlar, dolaşım aracı olmadıkları zaman para haline gelirler. (Altı orjinalde Marx tarafından çizilmiştir.) Şu halde, metaı sürekli olarak dolaşımın içinde tutmanın tek çaresi, altın biçimindeki metaı (yani parayı----K. E. ) dolaşımdan çekmektir. ” (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 148, Sol Yayınları)
Üretilen metaların toplumsal değişimi para aracılığıyla gerçekleşir. Değişimin gerçekleşmesi için belirli bir para kitlesi, dolaşım aracı olarak dolaşımda bulunur. Dolaşım aracı olarak işlev gören para, sikke biçimindeki paradır. Ama metalar birbirleriyle değişilirken yani M-P-M (Meta-Para-Meta) süreci toplumsal ölçekte işlerken, bu süreç kesintisiz bir süreçten ziyade, bir çok kesintiye uğramış alımlar olarak cereyan eder. M-P-M dolaşımında ikinci uç ola P-M ucu, hemen gerçekleşmez. P’nin bir kısmı dolaşım aracı yani sikke olarak dolaşırken, diğer kısmı ise dolaşım alanının dışına çıkarak, dolaşım aracı biçiminden geçici olarak sıyrılır.
Dolaşım alanının dışına çıkan bu para, yığılan paradır.

Dolaşım alanından çıkarak, belirli biçimlerde yığılan para, aşağı-yukarı üç temel biçimde ortaya çıkar: Gizlenmiş sikke, Hazine ve Gömü. (6) Paranın bu yığılma biçimlerinden bizi asıl olarak ilgilendiren, gömü’dür. Ama konunun daha iyi anlaşılması için burada gizlenmiş sikke ve hazine üzerine de bir kaç şey söylemek gerekir.

Gizlenmiş sikke, adından da anlaşılacağı gibi, dolaşım aracı olarak işlev gören sikke biçimindeki paranın, geçici olarak, belirli bir süre için dolaşım alanının dışına çıkan kısmıdır.

“... M-P-M dolaşımında, ikinci P-M ucu, bir defada gerçekleşmeyen, ama P’nin bir kısmı sikkeler halinde dolaşırken, diğer kısmı da para olarak uykuya dalacak şekilde, zaman içinde birbirini izleyen bir alımlar serisi halinde dağılır(abç).
Para, gerçekten burada gizlenmiş sikkelerden başka bir şey değildir... ” (Marx, a. g. e. s. 146)
Gizli sikkelere merkez bankalarının ellerinde bulunan paraların bir kısmı örnek olarak verilebilir. Merkez bankaları zaman zaman belirli miktarlarda döviz ve yerli para satın alır ya da satarlar. İşte bu biçimde kullanılan yığılı paralar aslında gizli sikkelerdir. Bu sikkelere yine, halkın elindeki küçük birikimleri örnek olarak gösterebiliriz. Bu küçük birikimler kısa bir zaman için biriktirilirler ve bu zamanın sonunda tekrar satın alımlar yoluyla dolaşıma sokulurlar. Bu tür birikimleri, “dolaşımın kenarındaki” gizlenmiş sikkeler olarak belirtmek de mümkündür.

Her devletin şu ya da bu miktarda biriktirdiği belirli bir altın rezervleri vardır. Bu altın rezervleri, dolaşım alanından çekilen paraların, altın ile değişilmeleri sonucu olarak ortaya çıkarlar. Altın evrensel para olarak yok edilmez bir niteliğe sahiptir. Dolaşımdan çekilen ve altın biçimine sokulan para Hazineyi oluşturur. (7) Hazine biçiminde yığılan paranın, dolaşım alanı dışında, artı-değerin bir kısmının para biçiminde yığılması olduğu gözden kaçmamalıdır. Buradaki artı-değer, devletin mülkiyetine geçmiş olan toplumsal artı-değerin bir kısmıdır. Hazine biçiminde yığılan paranın, hükümetlerin politikasına göre çeşitli işlevleri vardır. Örneğin Türkiye gibi ülkelerde altın ve döviz rezervleri, yabancı sermayenin çekilmesinde önemli bir rol oynar. Yatırımda bulunan yabancı sermaye, toplumsal ve çeşitli politik riskler karşısında bir hazine garantisi ister. İşte hükümetler bu garantiyi ellerindeki altın rezervlerinin miktarına göre verebilirler. Hiçbir altın rezervi olmayan bir hükümetin vermiş olduğu hazine garantisinin hiçbir değeri yoktur.

Dolaşım aracı işlevinden ayrılarak, gizli sikke ve hazine biçimlerinden farklı olarak yığılan para Gömü’dür. (8) Konumuz açısından önemli olan ise aslında para yığmanın bu son biçimidir.

Eski çağlarda toplum içerisine rastgele dağılan gömülerin aksine, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmiş olduğu toplumlarda gömüler giderek belirli yerlerde toplanır:
“Dolaşım, sırf madeni dolaşım olduğu ya da üretimin az gelişmiş bir evrede bulunduğu ülkelerde, yığılı paralar, sonsuz derecede dağılmışlar ve ülkenin bütün sathına yayılmışlardır; oysa kapitalist gelişmenin yer aldığı ülkelerde, gömüler, banka yedeklerinde toplanırlar. ” (abç) (Marx, a. g. e., s. 158)
Marx, gömüleri, dolaşımdan çekilen paranın, “yatak değiştirerek dışa akıtılan kanalları”na benzetir:
“Eğer fiyatlar düşer ya da dolaşım hızı artarsa,gömünün meydana getirdiği yedekler, dolaşımdan kaldırılan para kısmını yutarlar ; eğer fiyatlar yükselir ya da dolaşım hızı azalırsa, gömü serbest bırakılır ve kısmen dolaşıma geri döner. Dolaşan para, gömülerek donar, taşlaşır, ve bu gömüler sonu gelmez bir münavebeyle süregiden bir gidip gelme hareketine göre dolaşıma akarlar, bu gidip gelme hareketinde şu ya da bu eğilimin üstünlüğü, özellikle metalar dolaşımındaki dalgalanmalarla belirlenir. Böylece gömüler, dolaşımdaki paranın kaynaktan depoya giden ve yatak değiştirerek dışa akıtan kanalları gibidirler (abç), öyle ki, para sikke biçiminde, ancak bizzat dolaşımın doğrudan doğruya gereksinmelerinin belirlediği miktarda dolaşımda bulunur. ” (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,s. 157-158)
“Yatak değiştirme” sözcüğü, sermayenin dolaşım sürecinin, kendi içerisine kapanan bir çember olmasından ziyade, daha çok, kendi dışına doğru yeni çemberler üreten ve helezonoik bir yapıya sahip olduğunu ima eder (Marx bunu sarmal olarak ifade eder). Gömü biçiminde biriken artı-kar, üretken sermaye biçiminde kısmi olarak serbest kalırken, bu serbest kalma, genişletilmiş ölçekte yeniden-üretim çerçevesinde, sermayenin daha üst bir tarihsel boyuta geçmesinin de önemli bir tarihsel kaldıracı olarak ortaya çıkar.

Gömüler, böylece,sermayenin alt-biçimlerinden üst-biçimlerine doğru geçişte önemli tarihsel ara halkalar işlevini görürler. Özellikle de gömülerin toplumsal ölçekte merkezileştirilmesinde bankalar çok önemli bir rol oynarlar.

Gömülerde biriken artı-kar, belirli bir niceliğe ulaşıp, daha üst tarihsel boyutta, üretken sermaye biçiminde tekrar serbest kaldığı zaman, tarihsel olarak ortaya çıkan bu artı artı-değerin niceliği, toplumsal koşulların genel niteliği ile çelişkiye düşer:
“Para ya da özerkliğe ulaşmış olan değişim-değeri, kendi niteliği gereği, soyut zenginliğin varoluş biçimidir, ama öte yandan her bir belli para meblağı, nicel olarak belirli bir değer hacmidir. Değişim-değerinin nicel sınırı,onun nitel olarak genelliği ile çelişir ve para yığıcısı, bu sınırı, fiiliyatta aynı zamanda nitel bir engel haline de dönen ya da bu serveti ancak maddi zenginliğin sınırlı bir temsilcisi haline getiren bir engel gibi hisseder (abç). Para, kendisini,görmüş olduğumuz gibi, genel eşdeğer olarak,sonu gelmez metalar dizisinin bir kısmını meydana getirmek üzere kendisinin de öteki kısmını teşkil ettiği bir denklemde doğrudan doğruya ortaya koyar. Para, bu sonu gelmez metalar dizisi içinde bir ölçüye göre yaklaşık olarak gerçekleşir, yani bir ölçü içinde kendi değişim-değeri kavramına yanıt verir ki, bu ölçü, değişim-değerinin büyüklüğüne bağlıdır. Değişim-değerinin hareketi,değişim-değeri otomatik bir niteliğe sahip olduğuna göre,genel olarak ancak kendi nicel sınırını aşma, onun ötesine geçme hareketi olabilir. Ama gömünün miktar olarak belli bir sınırı aşıldığı anda,başka bir engel doğar ki,bunun da ortadan kaldırılması gerekir. Engel olarak ortaya çıkan,bu yığılı paranın şu ya da bu belirli sınırı değildir, herhangi bir sınırdır (abç). Demek ki, para yığmanın içkin bir sınırı yoktur, bizatihi ölçüsü de yoktur, o, sonuçlarının her birinde bir yeniden başlama nedeni bulan sonu gelmez bir süreçtir. Gömü ancak muhafaza edilmekle çoğaltıldığına göre, aynı şekilde, o, ancak çoğaltılarak muhafaza edilir. ” (Marx,a. g. e. s. 152-153)
Artı-karın tekrar üretken sermayeye çevrilmesi sonucunda ortaya çıkan yeni üretici güçler, sermayenin daha önce kurulmuş olan özel üretim ilişkileri ile çelişkiye düşer. Bu çelişkinin göreceli olarak ortadan kaldırılması ve üretici güçlerin düzeyine uygun olarak üretim ilişkilerinin yeni bir biçime kavuşturulması, üstyapıda tam bir altüst oluşlara yol açarak kendisini gösterir.

Ama bu noktada en önemli sorun, belirli bir miktar paranın dolaşımdan nasıl çekildiğini ve banka yedeklerinde toplandığını açıklamaktır. Bu açıklandığı ölçüde de uluslararası mali-sermayenin mantıksal ve tarihsel temeli de açıklanmış olacaktır. Ama işte tam da bu noktada çok önemli bir mantıksal ayırım yapmak gerekir. Bizim burada inceleme konumuz,banka yedeklerinde, bütün kapitalistlerin ya da herhangi bir kapitalistin artı-değerlerinin birikmesi değildir. Bizim burada incelememizin nesnesi, en iyi üretkenliğe sahip olan kapitalistlerin (bu kapitalistin biçimi kapitalizmin çeşitli çağlarında biçim değiştirir ve sürekli olarak içerisinde geçilen süreçte burjuva sınıfın en büyük katmanıdır), elde etmiş olduğu artı-karın (artı artı-değer) gömü biçiminde yığılma biçimidir. Onun için ortalama üretkenliğe ve bunun altında kalan kapitalistlerin banka yedeklerinde biriken para-sermaye biçimindeki artı-değerlerini burada gözardı ediyoruz. Çünkü üretici güçlerin atılımını gerçekleştirenler bunlar değildirler.

En iyi üretkenliğe sahip olan kapitalistlerin, gömü biçiminde bu artı-karı yığabilmeleri için, dünya pazarına sürekli meta sürmeleri gerekir. Zaten elde edilen bu gömü biçimindeki artı-kar,yani dolaşımdan çekilen bu yığılı para,dolaşıma meta sürülmüş olmanın da bir göstergesidir. Demek ki artı-kar biçiminde para yığmanın birinci koşulu,metaların aralıksız dolaşıma sürülmesidir:
“Metaların sahibi,dolaşıma meta biçiminde verdiği şeyi,ancak para biçiminde dolaşımdan geri çekebilir. Demek ki aralıksız satış,metaların durmadan dolaşıma sürülmesi,metaların dolaşımı açısından para yığmanın birinci koşuludur. ” (Marx,a. g. e. s. 148)
Böylece en iyi üretkenliğe sahip olan kapitalistler,kendi üretmiş oldukları artı-değerler ile birlikte fazladan elde etmiş oldukları artı artı-değerleri (artı-kar),sürekli olarak dolaşıma sürdükleri metalar sayesinde elde ederler. Ama daha önce de belirttiğimiz gibi,bu süreç uzun bir tarihsel dönemi kapsar ve artı-kar,bu uzun tarihsel dönem içerisinde azar azar birikir. Bu da genişletilmiş ölçekte yeniden-üretimden başka bir şey değildir.

Artı-kar gömülerde yani para-birikim fonlarında nasıl birikir ve ne tür tarihsel sonuçlara yolaçar?

Birikimin olabilmesi için, genişletilmiş yeniden-üretimin olması gerekir. Birikim sürekli olarak genişletilmiş yeniden-üretimin bir sonucudur. Her birikim, bir üretken devrenin (yukarıda bunu ortalama olarak 10,5 yıllık bir zaman dönemi olarak aldık) sonucunda oluşur ya da yeni bir üretken devreyi (yani sınai çevirimi) açmak için yeter niceliğe ulaşır.
“Ra... M’b-P’c-M’<E ve ÜAd ... R’e formülü üretken sermayeyi temsil eder; bu sermaye, genişletilmiş ölçekte daha büyük bir değerle yeniden üretilmiş ve artmış üretken sermaye olarak ikinci devresine başlamış, ya da aynı şey demek olan,ilk devresini yenilemiştir. Bu ikinci devre başlar başlamaz,biz,R’yi, gene başlangıç noktası olarak görürüz;ancak bu R,ilk R’den daha büyük bir üretken sermayedir. ” (Marx,Kapital-II,s. 76-77)
Bu üretken sermaye devresi hem Kesim-I hem de Kesim-II için geçerlidir.

En iyi üretkenliğe sahip olan sermayenin yeni bir üretken devreyi açması keyfi bir şekilde belirlenmez. Kaldı ki herhangi bir bileşene sahip olan bir sermaye de bu yeni üretken devreyi açamaz. Bu devrenin açılışını belirleyen ve bunun için gerekli değer birikimi tarihsel olarak üretim araçlarının düzeyi tarafından belirlenir. Sürekli olarak bu düzeyi ise içerisinden geçilen çağdaki en büyük sermaye katmanı ya da sınıfı yakalar. Bu yeni üretken sermaye devresini açmak için paranın belirli bir süre birikmesi gerekir:
“Üretken sürecin ulaşacağı genişliğin boyutları keyfi olmayıp teknoloji tarafından belirlendiği için, gerçekleşen artı-değer her ne kadar sermayeleştirilmeye ayrılmış ise de, birbirini izleyen birkaç devre sonucu çoğu kez ek sermaye olarak etkili bir işlev yapmaya ya da işlev yapmakta olan sermaye-değer devresine girmeye yetecek büyüklüğe ulaşır (ve zaten bu büyüklüğe ulaşana kadar da birikmesi gerekir). Artı-değer böylece bir para-yığma biçiminde katılaşır ve bu biçim içerisinde potansiyel para-sermayeyi oluşturur: potansiyel olmasının nedeni, para-biçimde kalmaya devam ettiği sürece sermaye olarak hareket edememesidir. ” (Marx, Kapital-II,s. 75)

Devrimci Bülten Sayı 42 Devamı...


(1) Tek emperyalizm dönemi değil serbest rekabetçi dönem de sözkonusudur.
(2) Bu makale Devrimci Bülten’in 41. sayısında tarafımızdan yayınlanmıştır.
(3) Bu sorun, Lenin’in yaşamının son dönemlerindeki teorik çalışmalarının adeta merkezindeki bir sorundu.1921 yılında yazdığı “Ayni Vergi Üzerine” makalesinde şöyle yazıyordu: “Ve ‘bizim’ sosyalizme doğrudan geçiş sorunumuzu başarıyla çözebilmemiz için, kapitalizm öncesi ilişkilerden sosyalizme geçiş için hangi ara yolların, yöntemlerin, vasıtaların ve araçların gerekli olduğunu anlamalıyız. Bütün sorun budur.” (İşçi sınıfı ve Köylülük, s.324 , Sol Yayınları) Lenin’in aslında burada demek istediği ekonomik olarak kapitalizmin hangi biçimlerinin ya da biçiminin toplumu sosyalizme götürdüğüdür. Kısacası Lenin kapitalizmin en son biçiminin ne olduğunu soruyordu. Bunu da o zamanlar o zamanki emperyalist ülkelere bakarak cevaplıyordu. Ama bugün biliyoruz ki bu doğru değildir.
(4) Sömürü oranını % 100 olarak kabul ediyoruz.
(5) s : değişmeyen sermaye d : değişen sermaye
(6) Bu biçimlerden ayrı olarak bir de, süs eşyası ve takı olarak gömülen para vardır: “Altın ve gümüş, soyut zenginliğin maddesi olduklarından , kişi,onları somut kullanım-değeri biçiminde kullanmak suretiyledir ki,zenginliğini,en gösterişli bir şekilde teşhir eder ve eğer meta sahibi,üretimin bazı evrelerinde, servetini tam güvenlik içinde saklayabileceği her yerde saklıyorsa, bu, öteki meta sahiplerinin gözüne bir rico hombre (zengin adam) görünme gereğinin dürtüsüyledir. O, kendini ve evini altınla donatır.” (Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,s.155)